14 Mart 2010 Pazar

sergi toplum düşmanı






































emek veren tüm insanlara teşekkür ederiz...

















25 Şubat 2010 Perşembe

Esra Açıkgöz ile söyleşi

Onlar, “Toplum Düşmanları”. Bundan da gurur duyuyor, daha çok insanı aralarına katmak için çalışıyorlar. Her yerdeler, İstanbul, İzmir, Ankara... Yoksulluk ve yoksunluğun giderek derinleşmesini izleyen, siyasi cinayetlerin hâlâ suçlularının yargılanmadığını, hâlâ sokak ortasında insanları sırtından vurmanın mümkün olduğu bir topluma “düşman” olmamak mümkün mü? Yine de şiddet çığırtkanlığı yaptığımızı sanmayın, bu bir dönüşüm için başlatılmaya çalışılan tartışmanın ilk adımı aslında. Bu adımı atanlarsa, toplumla ve sistemle derdi olan sanatçılar, sanat kolektifleri. Bir süredir bu kavram üzerine kafa yoruyorlardı, şimdi düşündüklerini KargArt’ta açılan bir sergi, yakında çıkarılacak bir fanzin, oluşturulmuş bir blogla anlatıyorlar. Bir süredir duvarlarda yazılan “Toplum Düşmanı Ol”, “Durma Harekete Geç” sticker’ları, yazılamaları da bu etkinliğin parçası. Proje koordinatörü Rafet Arslan anlatıyor...

- Nereden çıktı “Toplum Düşmanı” üzerine bir çalışma yapma fikri?

- Geçen sene KargArt’da “Müstehcen” sergisini yapmıştık. Onun üzerine bir üçleme mi yapsak diye konuştuk, yazın tartışmalara başladık. Çağırdığımız bir sürü insan bir şeylere muhalefet ediyordu ancak tartışılan kavramlar hep güncel politika ya da olaylarla ilgiliydi. Kendi adıma artık bunlardan herhangi bir yere gidebileceğimize inanmıyorum. Bugün yaşadığımız, herkesin şikâyetçi olduğu anlayış, toplum bunu değiştirmek için hiçbir şey yapmadığı için var. O noktada, daha farklı bir algı biçimini tartışmaya açmak için “toplum düşmanı” kavramını ortaya attım.

“Toplum Düşmanı” olumlayarak kullanıldığımız bir kavram değildir, aksine içinde hep acı, şiddet barındırır. Ancak siz bu kavramı olumluyor hatta bir öneri olarak kullanıyorsunuz...

- Sıradan algıyla bakarsak “Toplum Düşmanı” olmak kötü bir şey, ancak bizim bulunduğumuz yerden tam tersi. Biz insanları “Toplum Düşmanı” olmaları için kışkırtmaya çalışıyoruz. Öncelikle toplumun dışında olmaya, ardından ona karşı olmaya, mümkünse ona karşı düşmanca pratikler geliştirmeye tahrik etmeye çalışıyoruz.

Ne gerekiyor “Toplum Düşmanı” olabilmek için?

- Son 30 yılda uzlaşma, konsensus kavramları küresel kültürün-hayat tarzının temel değerleri haline geldi. Çatışma yerine müzakereyi temel alan bu kültür geliştikçe, insan var oluşunun uysallık eğilimi artıyor. Gündelik hayatın sunduğu her seçenek, sistem içi rol modelleri arasından “özgürce” seçim yapmak üzerine kurulu. Oysa insanoğlu verili düzenekler içinde seçim yaptıkça köleliliği daha da artıyor. Dünya ile, uygarlık ile, insan ile kökten hesaplaşmayı, yalnız kalmayı göze almayan her üretim ya da varoluş, sistemi güçlendirmekten başka işe yaramayacak. Bu yüzden kötümserliğimizi örgütlemek zorundayız. Gündelik hayatı ele geçiren şiddet karşısında, şiddetli olmalıyız.

- Sadece iktidarla değil, muhalefetle de derdiniz var...

- Toplum düşmanı iktidara olduğu kadar bir rol modeline dönen muhalifliğe de karşı. İhtiyacımız toplumun taşıdığı her türlü hastalığa karşı, total bir reddiye. Yeni var oluşları, durumları, mutasyonları büyütmek için... Matrix filmini hatırlayalım. Orada “Zion Paradoksu” dediğim bir hikâye var. Bir grup asi, kozaların içinde uyutulan insanları uyandırmak, ayağa kaldırmak için Zion’da mücadele ediyor. Ancak ikinci Matrix filminde sistemin yaratıcısı mühendis, “42 kere Matrix yaptık, 42 kere de Zion koyduk, çünkü o bizim hesapladığımız hata payıydı” diyor. Yani iktidarın konumuyla bir muhalefet oluşturuluyor. Bu anlamda iktidarın yalan olduğunu düşünüyorsak, o muhalefetin de yalan olduğunu söylemeye cesaret etmeliyiz.

- Geriye ne kalıyor, gerçek ne o zaman?

- Gerçeğe dair söz söylemek için önce toplum dediğimiz bütünden ayrılarak kendimizin ne olduğu sorusuna yanıt vermeliyiz. Bir sürü sahte gerçeklikle terörize edilmiş durumdayız, kişinin önce kendi gerçekliğini idrak etmesi, kendi tutkularını, varlık amacını sorgulaması gerekiyor. Radikal öznelliğine sahip çıkarak, ruhunu kurtarmaya başlamış bireyler üzerinden yeni bir kolektiflik gerçekleştirmek, mümkün olabilecek tek direniş stratejisi gibi. Bir sürü toplumsal hareket var, artık bunlar o kadar belli ritüellerin tekrarına dönüştü ki, kimseyi baştan çıkarmıyor. O uyandırmayı istedikleri kitlede en ufacık bir tahrik bile yaratamıyor.

Peki bütün sorgulama sizi nasıl bir sergiye götürdü?

- Toplum düşmanı adına kalkıp estetiği yüceltici, klasik sanat mantığıyla bir iş yapmak zaten kavramın kendisine saygısızlık olurdu. Videodan enstalasyona, pentürden kolajlara kadar farklı yollarla kendini ifade eden 25 sanatçının işleri var... Elif Yıldız’ın “Pasif faşistler aramızda” işi devlet faşizminin yanı sıra, toplumun sahip olduğu ağır faşizmi göstermek açısından iyi bir çalışma mesela. İç Mihrak Grubu, toplum düşmanlarının portresinden 20 kitap ayracı üretti. Şenol Erdoğan, dünyanın ilk terörist eylem grubu kabul edilen Alamut Kalesi’ndeki Hasan El Sabbah’ın çok az bilinen önemli bir metnini, yine çok bilinen bir toplum düşmanının William Burroughs’un sesinden dinleyeceğimiz bir çalışmayla katılıyor sergiye.


21 Şubat 2010 Pazar

toplumun intihar ettirdiği Van Gogh/ A. Artaud

Van Gogh’un akıl sağlığından söz edilebilir, o ki, hayatı boyunca sadece bir elini pişirmiş ve bundan başka da bir kez sol kulağını kesmekten öteye gitmemiştir, her gün, yeşil salçada pişirilmiş vajina ya da ana rahminden çıktığında toplanmış kırbaçlanıp azdırılan yeni doğmuş bebek organı yenilen bir dünyada.Ve bu bir imge değildir ama bütün yeryüzü boyunca sık sık ve güncel olarak tekrarlanan ve desteklenen bir olgudur.Böylelikle, bu açıklama ne kadar çılgınca görünürse görünsün, şimdiki hayat eski adilik, anarşi, düzensizlik, sayıklama, bozukluk, kronik delilik, burjuva durgunluk, ruhsal çarpıklık (çünkü insan değil de dünya bir anormal olmuştur), istenmiş namussuzluk ve çarpıcı yalancı sofuluk, soylu her şeyin pis aşağılanması, bütünüyle, ilkel bir haksızlığın gerçekleşmesi üstüne kurulu bir düzenin talebi, sonunda örgütlü cinayet atmosferi içinde kendini korumaktadır.

Her şey kötüye gitmektedir çünkü hasta bilincin şu saatte hastalığından çıkmamakta büyük yararı vardır.Ve böylece, çürümüş toplum, kahinlik yeteneklerinden rahatsız olduğu kimi üstün açıkgörürlüklerin araştırmalarından kendini sakınmak için psikiyatriyi keşfetmiştir.Gérard de Nerval deli değildi ama öyle olmakla suçlandı, yapmaya hazırlandığı kimi önemli açıklamaları değersiz kılmak için,ve suçlanmaktan başka, bir de kafasına vuruldu, bir gece kafasına fiziksel olarak vuruldu, açıklayacağı korkunç olayların belleğini kaybetmesi için, ve onlar, bu darbenin etkisiyle, onda doğaüstü düzleme geçtiler, çünkü onun bilincine karşı gizlice birleşmiş bütün toplum, o anda onların gerçekliğini unutturacak kadar güçlü oldu.Hayır, van Gogh deli değildi, ama resimleri suda yanan ateşlerdi, atom bombalarıydı, ki görüş açıları, o çağda ortalığı kasıp kavuran diğer resimlerin yanında, ikinci imparatorluk burjuvazisinin ve III. Napoléon’unkilerin olduğu kadar Thiers’in, Gambetta’nın, Felix Faure’un polislerinin kurtçuk konformizmini ağır biçimde rahatsız edebilecek nitelikteydi.Çünkü van Gogh’un resmi, törelerin belirli bir konformizmine değil, kurumlarınkine saldırır. Ve dış doğa bile, mevsimleriyle, gel gitleriyle ve gün tün eşitliği fırtınalarıyla, van Gogh’un yeryüzünden geçişinden sonra, aynı evrensel çekimi koruyamaz.Dahası, toplumsal düzlemde, kurumlar parçalanmaktadırlar ve tıp da işe yaramaz ve havayla bozulmuş ceset şekline bürünür, o ki van Gogh’un deli olduğunu açıklamıştır.Çalışan van Gogh’un açık görürlüğü karşısında, psikiyatri artık sadece kendilerinin de takıntıları olan ve kendileri de eziyet gören goriller sığınağıdır, onlar ki insan korkusunun ve boğulmasının en feci durumlarını dindirmek için sadece gülünç bir terminolojiye sahiptirler,bozuk beyinlerinin layık ürünü olan.Gerçekten, bit tek psikiyatr bile yoktur ki tanınmış bir sapkın olmasın.Ve psikiyatrların kökleşmiş sapkınlığı kuralının hiçbir istisnayı kabul edebileceğini sanmıyorum.

Ben bir tanesini tanıyorum, isyan etmişti birkaç yıl önce, içinde bulunduğu yüce reziller ve patentli düzenbazlar grubunun bütününü toplu halde böyle suçladığımı görmek düşüncesine.Ben, bay Artaud, dedi bana, bir sapkın değilim, ve hadi bakalım size meydan okuyorum, suçlamanızı yöneltmek için dayandığınız unsurlardan bir tekini bana gösterin, görelim.Unsur olarak sizi göstermem yeter, doktor L.*, pis suratınızda izini taşımaktasınız, iğrenç adi yaratık.O, cinsel avını dilinin altına sokup onu sonra badem olarak döndürenin – belirli bir şekilde incir yapmak için – çapa suratıdır.Bunun adı, dünyalığını korumak ve kendi maydanozunu seçmektir.Eğer cinsel birleşmede, bildiğiniz belirli bir şekilde, gırtlak deliğinden gurk gurk etmeye, ve aynı anda boğazdan, yemek borusundan, sidik yolundan ve anus’tan guruldamaya erişemediyseniz,tatmin olmuş sayamazsınız kendinizi.Ve iç organik sıçrayışınızda almış olduğunuz bir kıvrım vardır, cisimleşmiş tanığı mide bulandırıcı bir fuhuş'un, onu ki beslemektesiniz, yıldan yıla, gitgide daha fazla, çünkü toplumsal olarak kanunun hükmüne girmez, ama başka bir kanunun hükmüne girer ki orda bütün incitilmiş bilinç acı çekmektedir, çünkü siz böyle davranarak onun soluk almasını engellemektesiniz.Çalışan bilincin sayıkladığına karar veriyorsunuz, onu diğer yandan iğrenç cinselliğinizle boğazlamaktayken.Ve işte zavallı van Gogh’un iffetli olduğu düzlem budur, bir meleğin ya da bakirenin olamayacağı kadar iffetli, çünkü asıl onlardır kışkırtan ve başlangıçta besleyen, büyük makinasını günahın.Belki de zaten, doktor L., haksız meleklerin soyundansınız, ama lütfen rahat bırakın insanları,van Gogh’un her çeşit günahtan arınmış vücudu, delilikten de arınmıştı, ki onu zaten bir tek günah getirir.Ve ben katolik günaha inanmıyorum,ama erotik suça inanıyorum, ondan ki yeryüzünün bütün dahileri,tımarhanelerin sahici delileri sakınmışlardır,ya da o zaman sahici deli değildiler.Ve nedir sahici bir deli?İnsan onurunun yüce bir fikrine karşı davranmaktansa, toplumsal olarak anlaşıldığı anlamda deli olmayı tercih etmiş insandır.Böylece, toplum, kurtulmak ya da kendini korumak istediği herkesi tımarhanelerinde boğazlatmıştır, bazı ulu pislikler konusunda kendisiyle suç ortaklığı yapmayı reddetmiş kişiler olarak.Çünkü bir deli, toplumun dinlemek istememiş olduğu ve dayanılmaz gerçekler söylemesini engellemek istemiş olduğu bir insandır da.Ama, bu durumda, içeri kapatma onun tek silahı değildir, ve insanların hemfikir toplaşması, kırmak istediği iradelerin hakkından gelmek için başka yollara sahiptir.Kır büyücülerinin küçük büyülemelerinin dışında, bütün uyarılmış bilincin dönem dönem katıldığı toplu büyüleme hareketleri vardır.Böylece, daha yumurtası kabuğunda bir savaş, bir devrim, bir toplumsal kargaşa durumunda, birlik oluş bilinç sorgulanır ve kendini sorgular, yargısını da duyurur.

Onun kimi yankı uyandıran bireysel durumlarla ilgili olarak da doğurtulduğu ve kendinden çıkartıldığı olabilir.Böylece, Baudelaire, Edgar Poe, Gérard de Nerval, Nietzsche, Kierkegaard, Hölderlin, Coleridge ile ilgili, üstünde herkesin anlaştığı büyülemeler olmuştur,ve van Gogh’la ilgili de olmuştur.Bu gündüz de meydana gelebilir, ama genellikle, tercihen, gece meydana gelir.Böylece, acayip güçler kaldırılıp getirilmektedir yıldızlı gökyüzüne, kişilerin çoğunun kötü tininin zehirli saldırganlığının, bütün insan solukalışı üstünden, oluşturduğu şu bir çeşit karanlık kubbeye.Böylece, yeryüzünde çırpınmış ender açık görür iyi niyetler, gündüzün ve gecenin bazı saatlerinde, kendilerini sahici ve uyanık bazı kabus durumlarının dibinde görürler, çevreleri, yakında törelerde açıkça belirdiği görülecek bir çeşit yurttaşlık büyüsünün müthiş emmesiyle, müthiş dokunaçlı baskısıyla sarılmış.Bir yandan cinselliği, diğer yandan da, zaten, kilise ayinini, ya da başka ruhsal ayinleri, temel ya da dayanak noktası olarak elinde bulunduran bu oybirlikli pisliğin karşısında, motif üstünde bir manzara resmetmek için on iki mum bağlı şapkayla geceleri dolaşmakta sayıklama yoktur; çünkü nasıl yapacaktı zavallı van Gogh, kendini aydınlatmak için? geçen gün dostumuz, oyuncu Roger Blin’in, haklı olarak belirttiği gibi.

Pişmiş el ise, sadece ve sadece kahramanlıktır,kesilmiş kulak, dolaysız mantık,ve, tekrarlıyorum, kötü niyetini amacına ulaştırmak içingece gündüz, ve gitgide daha çok, yenilmez olanı yiyen bir dünyayabu noktadaçenesini kapamak düşer.

çeviri ahmet soysal

16 Şubat 2010 Salı

10 Şubat 2010 Çarşamba

Go


Go

Alper Yanar

dvd video, 2010

Toplum DÜşmanı Üstüne 1 Deneme-Ş.E.

“Daha fazla isyan ve daha fazla şiddet olmalı. Batıdaki genç insanlara yalan söylendi; satıldılar ve ihanete uğradılar. Yapabilecekleri en iyi şey, bir nükleer savaşta yok olmadan önce buranın kontrolünü ele geçirmek olacaktır.” -William Burroughs

Karşımdaki gökdelenleri izlerken bana ne kadar yakın ve büyük olduklarını, temsil ettikleri yaşam tarzını ve buna paralel olarak benden ne kadar uzakta ve küçük olduklarını ve aidiyetsiz bir hayatı temsilen sözde yeni zamanların ikonları olarak orada öyle dikildiklerini düşünüyorum. Gösterinin mimari kuleleri olarak ne çok şeyi özetlediklerinin farkında olmadan milyonlarca insanın yaşadığı bir şehirde fark eden insanlar şüphesiz ki toplum denen oyun dünyasının ilk analog kurgusunun içinde ötekileşiyorlar. Ne denizden bir metal yaratığın çıkma ihtimali ne de gökten ya da nerden geldiği belli olmayan savaşçıların yıkımı, benim bilim kurgu okumalarıma yakın imgeler değil. Aklıma oturan en net imaj; William S. Burroughs’un NYC’ de bir apartmanın çatı katında elindeki çifteyi karşısındaki gökdelenlere doğrultup nişan almasıdır. İşte bu imaj bana yukarıdaki girişi yaptırdı ve sonrasında salık vermem gerektiğini düşündüm: “izcinin gözden geçirilmiş el kitabı”, “elektronik devrim” ve “nova ekspres” toplum karşıtı manifestoların en özellerinden sadece birkaçı. Burroughs silahını çok şeye doğrultmuştu ve o çok şeyde gökdelenlerde gördüğü şeyleri görüyordu, zaten toplum karşıtı birey olabilmenin eşiğinde görebilmekten başka bir şey yatmıyordu. Ben bu kavramlarla McKenzie Wark’ın ‘oyun’ ‘oyuncu’ argümanlarını bir araya getirerek bu yazıyı yazmaya başladım. Toplum bir oyun sahası ve toplumdüşmanı bu oyunda oyuncu olmayı reddeden gerçek bir kişilik ki bazıları tamamen bu karşı koyuşu bir oyuncu görevi/rolü olarak üstlenmektedir bu yanlış hatalı ve karaktersizce olandır. Bizler oyunun içindeki savaşçılarız ve oyunun yazılımcısına ispat etmemiz gereken bir şey var, diğer –dış- dünya ile de bağlarımızı kopartmadan bu evrenin kaybını hızlandırabiliriz… Toplum en eski ahlakın yani hakim sınıfın çıkarları doğrultusunda hakim sınıfça konmuş kuralların beşiği(nde)dir ve karşıtlığın beşiği de aynı yerde başlamıştır, tıpkı kanunları ve koyucularını kollayan polis ünitesinin de beşiği oluşu gibi. “Toplum düşmanı” olmak genel IQ’nun genel ahlak yapısının genel politik yapının genel ekonomik ve siyasal yapılanmanın sömüren sınıfın karşısında durmaktır bunu da yaparken salt teori ve söylem ile değil asıl eylemsel olarak harekete geçendir. Bu özgürlüktür, başka hiçbir şey değil, özgürlük ise haktır! Asıl mesele toplum derken toplumu ulusal olarak değil global olarak ele almaktır. Zira coğrafya dediğimiz alan tek bir ünitedir ve zaten de tek merkezli bir güdüm ile yönetilmediğini iddia etmek artık anlamsız ve trajiktir, iş bu sebeple sadece topografik unsur gibi duran sınırları söz konusu etmeden ve topluma aidiyet hisseden bireylerin ana özellikleri olan: din, dil, töre, ahlak vd gibi vasat algı yaratılarını kendimize konu etmeden toplum karşıtı bir birliğin görünmeyen ağı dahilinde toplum düşmanının toprağı da olmamalıdır. Tarih denen yanlı kayıt sistemine baktığımızda –ki bu da toplumun kendincil tarihidir- karşıt sistemlerin ve bireylerin unsur olarak sanattan terörizme pek çok şeyi-ve bazen her şeyi kullandığını görmek mümkündür. (Aslında burada sanat sabotaj noktasına da dönüp bir okuma yapmak gerekiyor.) Toplum karşıtı birey istesin istemesin aktif ya da pasif savaşandır. Geçmişin savaş teknikleri ve kahramanlık destanları bize bir şey kaybettirmeyeceği gibi unutmamalıdır ki kazandırmaya da bilir. Bu geçmişin toplum karşıtı başarılarından feyz almamak anlamına gelmemektedir elbet, sadece 2010 senesinde sanayi toplumun bileşim toplumuyla yer değiştirdiği ve değiştirmeye doğru ilerlediği bu bölgede karşı durulan topluma savaş açılıyorsa silahlarımızı iyi belirlememiz gerekmektedir. Ve belki de yerli ya da yersiz bu konuda ki ufak örneklerden biri “red-hack” olabilir, diğer yandan bir teorisyen olarak Wark, yeni Sitüasyonist yapılanmaların sanatsal dışa vurumu açısından Türkiye’de sayılabilecek birkaç isim bunun için iyi birer örnek teşkil edebilir. (Bu isimleri şimdi burada saymanın anlamı olmadığını düşündüğümden sıralamıyorum.) Sanatsal yıkımı hiç küçümsememekle birlikte her zaman siber ve somut ataklarla yapılan devlet-toplum karşıtı eylemleri daha çok desteklediğimi ve desteklenmesi gerektiğini de burada belirtmek isterim.

Şenol Erdoğan

toplum seni istiyor!

toplum hepimizi tek tek istiyor. hepimize muhtaç ama aynı zamanda hepimizin katili toplum. toplum insanlara muhtaçtır. tek tek hepsine. ama oldukları gibi değil. onları alır ve kullanabileceği şekillere getirene kadar ezer, ezmeye çalışır. toplum eşittir insan ezme makinası da diyebiliriz. her ne kadar kabul etmemekte ısrar etseniz de kaçınılmaz gerçek bu. ve bunu görmeniz için ne derin sosyolojik araştırmalara ne de başka bir şeye ihtiyacınız var. sokağa bir bakın, haberlere, hayatınızı çevreleyen insanlara... zihniniz kör değilse görmemenize imkan yok tüm bunları.

insan olmanın, tek ve özel olarak bir insan olmanın yolu, toplumun karşısında durmaktan ve topluma karşı savaşmaktan geçiyor. size hiçbir şey vermeyen -aksine herşeyinizi alıp götüren- toplumu savunmanın yada onu değiştirmeye çalışmanın kaçınılmaz sonu hüsrandır. toplum kavramı zaten kendi içinde kalıplaşmayı ve değişmezliği de getirir. yani toplum bir kalıptır, toplumu değiştirmeye çalışmak sadece kalıbı değiştirmeye çalışmaktır. bir şekilde toplumu değiştirirseniz yaptığınız hiçbir şekilde insanlığa yarar sağlamayacaktır. siz sadece kalıbı değiştirmiş olacaksınız. yani yine farklı olanlar, insan olmak isteyenler aynı işkenceleri ve zorlukları çekecekler.

kalıplar yıkılmadan özgürlük gelmez.

*****

peki günümüz koşullarında toplum düşmanı olmanın yolu var mı? yada topluma karşı nasıl durulabilir? bu çürümüş kalıplara, bu her tarafından bok sızan sisteme karşı nasıl savaşılır?

eğer bazı şeyler üzerinde kafa yormamız gerekiyorsa başlıcaları bunlar olabilir. çünkü günümüz koşulları, devletlerin ve toplumların insanlar üzerindeki işlerini (baskılar, yönetme şekilleri vs.) göz önüne aldığımızda artık gerçekten farklı bir yolun, yordamın gerekliliği kaçınılmazdır. bunun üzerine bazı taslaklar üretilebilir ve nacizane kendi fikirlerimde mevcut. ama bu taze fikirler üzerine ciddi kafa yormalara ve geliştirmelere ihtiyaç var. bunu tek başıma yapabileceğim konusunda şüpheliyim. (bu arada yeri gelmişken değineyim, toplum düşmanlığını salt egoistlik ve bireycilik şeklinde algılamamamız gerekiyor. çünkü toplum olmakla, ortak amaçlar için birlikte olmak arasındaki çizgiyi iyi görmemiz lazım. yoksa sonuçları çok saçma olabilir.)

topluma karşı en önemli hareketlerden biri mümkün olduğunca toplumun dışında, yeraltında durmanın gerekliliğidir. tamam sonuç olarak hiçbirimiz anında tamamen yeraltına çekilme şansına sahip değiliz. ne koşullarımız ne de birey olarak durumlarımız buna tamamen izin vermiyor. ama bu koşulları hazırlamak ve kendimizi de buna hazırlamak tamamen bizim elimizde olan bir durum. ve şuanda da kendimizi mümkün olduğunca yeraltında tutmaya çalışmalıyız. yeraltı bizim kaçınılmaz sığınağımız. kendimizi hazırlamak için -eğer gerçekten ciddi birşeylerin peşindeysek- yeraltından başka bir yerde buna imkanımız yok. tarihteki birçok mevzuu da bunun birer kanıtı. topluma karşıyken kendini tamamen toplumla iç içe tutamazsın. mümkün olan maksimum halinle yeraltında olman gerekiyor.

yeraltı bizim sığınağımız.

mümkün olduğunca zihinsel ve fiziksel açıdan sert olmak da bir gereklilik durumunda. sonuçta hem toplumun ve sistemin öğütmeye programlı mekanizmasına karşı direnebilmek hem de farklı olmanın ve farklı birşeyler yapmanın getireceği sivil faşizm saldırılarına karşı direnebilmek için kendini güçlü tutman gerekiyor.

kendini her şekilde hazırlaman gerekiyor. zihinsel, fikirsel, bedensel... olabilecek her yoldan kendine koyduğun amaç için kendine koyduğun yola hazırlaman gerekiyor. kullanabileceğin her türlü yöntemi öğrenmen ve bunlarda uzmanlaşabilmen gerekiyor. sonuçta bir kere toplumun dışına çıkmaya başladığın zaman ve ona karşı durmaya başladığın zaman, küçük bir çevre içerisinde kendine ve diğer toplum kaçkınlarına yetecek hale gelmek ciddi bir gereklilik.

ayrıca toplum kaçkınları için sanal da ciddi bir silaha dönüştürülmeli. toplum kaçkınları, toplumun en çok kullandığı beyin yıkama ve toplumun kontrol altında tutulması için kullanılan bu aleti bu kadar açıkları varken kolayca kendileri için sağlam bir silaha çevirebilir. bunun işaretleri ise hackerlarda, sanal gerilla sitelerde görülüyor.

*****

toplum eğer içinden kaçmayı beceremezse insanı ya içinde yutar ya da bir deliye çevirip ürettiği devasa insan çöplüğünün dibine yollar. eğer bu ikisinden birine dönüşmek istemiyorsak herşeyimizle tekil olarak insanlığımızı korumaya ve savunmaya geçmemiz gerekiyor. tüm toplum kaçkınlarına ve toplum kaçkını adaylarına yada bir saniye bile olsa bunu aklından geçirmişlere bir çağrıdır bu...

bela presente

27 Ocak 2010 Çarşamba

sergi afişi


Sabbah'ın son sözleri


W.S. BURROUGHS'UN HASAN SABBAH'IN SON SÖZLERİ (AUDIO KAYDI)

Burroughs'un orijinal okuması olup olması gerektiği dilde yani ingilizcedir ve Şenol Erdoğan tarafından Toplum Düşmanı için dolaşıma sokulacak, çalıntılama eylemidir.

underground Poetix/Toplum Düşmanı gösterimi

UNDERGROUND FILM GÖSTERİMLERİ BU AY "TOPLUM DÜŞMANI SERGİSİ"NİN ETKİNLİĞİ KAPSAMINDA HİZMET VERECEKTİR.BU FİLM GÖSTERİMİ SERGİNİN BİR UZVU OLARAK ELE ALINMALIDIR!!!
Underground Poetix Gösterimleri // 9 Şubat Salı, Saat: 20:30/7 KargArt
“Ataque de Pánico!” // Fede Alvarez
“Capital” // Sarah Morris

KargART Film Gösterimleri:
Underground Film Gösterimleri:

Hazırlayan: Underground Poetix ve KargART

*9 Şubat Salı, Saat: 20:30
* Gösterimler ücretsizdir.

ŞUBAT PROGRAMI //

“Toplum Düşmanı” // “Public Enemy” Özel Gösterimi

“Ataque de Pánico!”
Fede Alvarez
Uruguay //2009
5’

2009 Uruguay yapımı bilimkurgu kısa filmidir. Filmi bağımsız film yapımcısı Fede Alvarez yönetti. Alvarez 3 Kasım 2009′da filmi YouTube’a yükledi. Film medyada geniş yer bulunca yönetmen, yapımcılığını Sam Raimi’nin üstleneceği bir Hollywood filmi için 30 milyon dolarlık teklif aldı.

Sisin ardından çıkan dev robotlar Uruguay’ın başkenti Montevideo’ya saldırırlar. Robotlar uzay gemisi filosu ile birlikte şehrin önemli binalarını yok ederek büyük bir panik yaşanmasına sebep olurlar. Filmin sonunda robotlar bir araya gelerek dev bir küreye dönüşürler sonrasında küre patlar ve açığa çıkan dev bir ateş topu şehri yutar. Filmde saldırı için herhangi bir açıklama getirilmemiştir.

Kısa film 2009′da Mantevideo’da çekildi. Filmin resmi yapım bütçesi 300 dolar olarak açıklandı. Yönetmenlik, senaryo yazımı ve kurgulamaya ek olarak Alvarez, bilgisayar ile oluşturulmuş görüntü (CGI) temelli görsel efektlerin süpervizörlüğünü de yaptı.

Filmin büyük kısmına eşlik eden müzik John Murphy’nin enstrümantal parçası “In the House – In a Heartbeat”dır. Müzik 2002 yapımı 28 Gün Sonra filmi için bestelenmişti.

“Capital”
Sarah Morris
ABD 2000
19’

Sarah Morris’in filmi “Capital”, Washington’da 11- 14 Eylül 2000’de çekildi. Politik ikonların hızla sıralanmasının gösterilmesinden oluşuyor: yollar, Beyaz Saray Basın Ofisi, Dünya Bankası, üniformalı gizli servis üyeleri, başkanlık konvoyu, Watargate Kompleksi, Kennedy Merkezi, Enerji Departmanlığı, J. Edgar Hoover Binası ve daha niceleri….Film, Morris’in, çevremizdeki yapılanmış dünyayı anlamaya ve çözmeye başlamasını sorgulayarak devam ediyor. Capital’de güç ve para için elle tutulamaz bir arzu ve geniş ölçekli paranoyanın izleriyle haşır neşir olunması politik süreci örneklemeye ve günlük hayatımızı yapılandıran mimariye bir metafor haline geliyor.

1967 doğumlu İngiliz Sarah Morris, 1990’ların ortalarından beri kentsel çevre psikolojisi ve mimarisi ile el ele giden karmaşık soyutlamalar ve filmleriyle uluslararası ilgi çekti. Morris resimlerini, filmlerine paralel olarak gösterirken her ikisiyle de kentsel, sosyal ve bürokratik topolojilerin izini sürdü. Her iki araçla da çağdaş şehrin psikolojisi ve onun mimari olarak çözümlenmiş siyasasını keşfe çıkıyor.

26 Ocak 2010 Salı